26.09.2007

Masmavi Şimşeklerden Hükümsüz Umutlar

Masmavi Şimşeklerden Hükümsüz Umutlar



"Şampiyon olacaksın, başka yolu yok bunun" diye bir sezon boyunca dur durak bilmeden haykırarak; armasının, formasının, şehrinin, sevdasının ve davasının peşinden bir gün olsun ayrılmamış olanlara...

Başka yolu da varmış meğer. Acılardan bir türkü düşüveriyormuş adamın yüreğinin orta yerine göz göre göre. Sentetik bir Bursa akşamında... Ve katlanmak da hakikaten boyun borcuymuş. Adam olanlara!

Bir yılın emeği vardı Bursa sokaklarında yürürken omuzlarımızda. Aslında hesabı çok daha önceden kesmemiz gerekirken, yükselme grubunda lider Boluspor'un ardından ikili averajla Kartalspor'un gerisinde bırakmıştık Adana Demirspor'umuzu. Ya da bizler değildik sorumlusu. Bıraktırılmıştık. Ki mantığın söylediği de buydu, fakat olsundu, bunlar unutulsundu. Metin Türel'li dönemimizde Ankara'da oynanan ekstra play-off'larla 1.Lig'e çıkan takım da bizim takımımızdı, Denizli'de altın golle 2.Lig A'ya çıkan da bizim Mavi Şimşekler'imizdi. Dememiz o ki; ekstra play-off'lardaki başarılara aşinaydı arma peşindeki onbinler. Ve hepsi de yıllar önce ağızlarına çalınan birer kaşık balın tadına tekrar bakabilsinler diye düşmüşlerdi yollara, Adana'dan ta Bursa'ya. En büyük sevinçleri şehrinden kilometrelerce uzakta yaşamanın adı Ankara'daki Çanakale Dardanelspor maçında da, Denizli'deki Karşıyaka maçında da mavi-lacivert puntolarla o şehirlerde silinmeyecek birer iz bırakacak şekilde yazılmıştı. Giresunspor maçının bitimiyle de Bursa'da yapılmayı bekleyenler aynen bunlardı.
Ama olmadı...!

Üzüldüm...
Kendimize, verdiklerimize, kursağımızda kalan her ne varsa hepsine... Fakat asıl üzen; hepimizin gözleri önünde sahada acı çeken 11 mavi-lacivert formaya yaşattıklarımızdı. Acı çekti sahadaki o bedensiz formalar. Art arda gelip üzerlerine binen o gollerin ağırlığına mahkum olmayı hak etmiyorlardı! Kutsallarımızdı onlar!
Türk futbolunda marka olmuş her kim varsa, hepsinin dizlerini titretmiş olanlar da o formalardı, 3. ligin tozuna toprağına batmış olmasına rağmen değerinden hiç birşey kaybetmeyenler de. Duruşları bile bir farklıydı onların. Asaletleri kendilerindendi. Belki birkaç kötü örnek daha yaşanmıştı geçmişte fakat herkes şahittir; hiç bu kadar amaçsız taşınmamışlardı sahada o gün o dram yaşanana kadar. "Neden"ler, "Niçin" ler bir yana; olanlar hiçbir zaman olmaması icabedenlerdi. Ama 10 metre öteden şahitlik ediyorduk ki olmaktaydı olması istenmeyen her ne varsa.
Erken yenen ilk gol, zaten ilk golü yemeye alışık bir takım olduğumuzdan çok olumsuz bir etki yaratmadı tribünde ve çok geçmeden golü de attırdık. İlk devre yarım bıraktığımız işin sonunu getirecek, daha önce birçok örneği olduğu gibi maçı tribünlerimizle alacaktık fakat ikinci yarıda art arda gelen 2 gol ile skor bir anda 3-1 olunca tüm sezonun yükü omuzlarımıza çöktü. Anlamsızlaştık...!
Yapacaklarımız vardı, söyleyeceklerimiz vardı, hele ki koyacağımız bir son nokta vardı ki bunun andını içerek yürümüştük bu renklerin peşinden. Koyamadık...!
Normalde bizlerdik 3 farklı geride olsak bile 90 dakika şakakları patlatmaya çalışırcasına bağıran, ama sesimizin kudreti hayallerimizi daha çok sevmiş olacak ki bizle beraber değil, hayallerimizin peşindeydi!
Ardından 4-1, 5-1...
Görmemek isterdim, duymamak isterdim, hissetmemek isterdim ama omuz omuza durduğum tribündaşlarımın yüzlerini gördüm, isyanlarını yüreğimde duydum, orta yerinde olduğumuz adaletsizliği hissettim!
İnanıyorduk ulan bizler...!
O şehre mutluluktan sarhoş olmaya gelmiştik, ötesini geçirmemiştik aklımızdan saniye olsun! Hani çocuk bütün gün babasının eve elinde güzel birşeyle gelmesini bekler de babası eli boş girer ya o kapıdan, buna benzer bir durumdu sanki.
Maç sonunda bir abimin ses tonuyla birlikte yüreğinden çıkardığı tek kelime özetiydi bu kabusun; "olmadı" dedi.
Olmadı...! İnananlar ordusuna inanamamışların elleriyle teslim ettiği bir yadigardı bu acı, bizi daha da olgunlaştıracak olan...

Ve bir dönüş yolu ki, yanlarından hızla geçip gittiğimiz her kilometre taşıyla yüreğimize batan...
Giderken zafere birer kilometre daha yaklaşıldığı fikrini kafalarımıza sokup heyecanın dozunu adım adım arttırmış olan o taşlar, artık geride kalan bir yıl boyunca yüreğimizde yaşarttığımız her umut zerresinin saatler evvel taş kesildiğini işaret eder olmuşlardı. "Adana'nın yolları taştan" ve "Bursa'nın ufak tefek taşları" diyen türkülerindeki taşlar yoksa bunlar mıydı? Yıllarca gönlümüze sıcaklık zerk etmiş olan türkülerin taşları bu kadar soğuk, bu kadar anlayışsız olurlar mıydı?
Otobüste ise tarifi mümkün olmayan bir trans hali... Gözler gecenin karanlığında odaklanabilecek bir nokta ararken otobüs içindeki loş ışık nedeniyle cama vuran eğik kafa silüetleri ile "mutsuzluğun resmi" tasvir edilmekte. Dillerde ayrı ayrı besteler... Yanındaki arkadaşına bile duyurmak istemeden fısıldanmakta. İstisnasız hepsi de en hüzünlü olanlardan. Eve girene kadar yol boyunca kaç kez tekrar ettiğimi bilemediğimiz tezahüratımız gibi;

"Tam 10 yıl oldu taraftarlar Süper Lig'i görmedi ki
Tam 5 yıl oldu şampiyonluk 5 Ocak'a gelmedi ki
Ama yine de bir gün olsun davamızdan dönmedik ki
Sahipsizdik grev yaptık en zor günde yalnız kaldık
Ama yine de bir gün olsun davamızı bırakmadık
Ama yine de bir gün olsun Şimşek'imi bırakmadık...!"

En iyimser ifadeyle 1, ama belki de 10 yılımızı gömdük Bursa'da bir yerlere.
Hükümsüzdür binlercesi de...

anavarza1940

Diaspora Şimşekleri

Diaspora Şimşekleri

Bu satırlardaki sureti de hikayenin aslında olduğu gibi "uzaktalık" ile başlayacak, uzaktalık ile devam edecek fakat mümkün mertebe yaklaşabilme çabaları ve günün birinde bir olma hayalleri taşıyacak bolca. Ataerkil işleyişin Çukurova Deltası'nda yaşayan bir aile üzerindeki etkileri ve bu etkilerin sistemli ilerleyişi sonucunda kağıtla buluşmakta şu an kalemimden çıkan harfler. Şimdi bu eveleme-geveleme faslına açıklık getirmeye çalışalım;
Hikayemiz Demirspor altyapısında antrenmanlara çıkan bir gencin A takıma yükselme ihtimalinin sergilediği performansla paralel olarak yükselmesinden sonra babasından işittiği "oğlum sen bilirsin ama futboldan adam olunsaydı Recep Adanır adam olurdu" telkini ile başlıyor. Hikayedeki "uzaktalığın" da başlangıç noktası tam bu cümle. Verilen Recep Adanır örneği ile Demirspor futbol takımı bir oyuncu kaybederken Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi üzerindeki beyaz önlüğün içinde her zaman mavi-lacivert forma bulunduracak olan bir talebe kazanıyor.
Futbol topunun peşinden onca insanın neden koştuğunu kavrayabilecek zeka seviyesine ulaşmış çocukların genelinde olduğu gibi benim de taraftar profilimi oluşturma sürecindeki ana model, işte beyaz gömlek altındaki mavi-lacivert formayı geçen yıllara rağmen hala çıkarmamış olan bu adamdır. Futbolculuk hayalleri ile arasına otobüsle yarım günden fazla süren bir yol mesafesi girmiş ve benim doğduğum tarihe kadar bu mesafelerin evrilmesiyle bünyesinde bir miktar pişmanlık da barındırmakta olan Demirsporlu babam.
Bu bağlılığın bana sirayet etmesine neden olmuş; gözümde diğer tüm takımlardan farklı olarak Adana Demirspor kulübünün yanına "babamdan dolayı" ibaresini kondurmamı sağlamış, bu nedenle camia ile olan duygusal yakınlığımın kendiliğinden gelişmesine neden olmuş, fakat memuriyeti nedeniyle İzmir'e gelerek zamanında yaşadığı uzaktalık hissini bana da yaşatmış insan.
Geçen satırlarda belirtmiş olduğum gibi, şahsımın taraftar profili de kendine model olan uzaktan sevme mecburiyetini matah bir şeymiş gibi benimsemiş. Ve taraftarı olduğun tarafı severken de baba figürü ile kulübü birbirinden ayrı tutmamış.
Kolay şey değildir, kilometrelerce öteden bir taraf düşleyip, işte ben de o taraftayım demek. Kendinizi dahil hissettiğiniz tarafın ne tarafta olduğunu bile zar zor bulursunuz çok uzaktaki bir şehirde. Kıbleye döner gibi oraya dönmek istersiniz zaman zaman, fakat coğrafi hesaplamaların doğru, yön bilgisinin kuvvetli olması şarttır bu durumda. Örnekten de anlaşılabileceği gibi, karşınızdakilerin akli dengenizi sorgulamalarına neden olabilecek işler yaptırabilir uzaktan taraf olmak. Üstelik bu örnekteki, yapılan mantıksız yahut az mantıklı işlerin sadece biridir.
Kentin duvarlarına yazdığınız yazılar da bu işlerin bir örneği olarak görülebilir. Özlem arttıkça içinizdeki efendi yanınıza söz geçiremez olabilirsiniz ve bu durumda kendinizi gecenin bir yarısında elinizde bir speyle sokaklarda bulmanız imkan dahilindedir. Vandallığa girmesin, öyle algılanmasın diye mümkün mertebe güzel güzel yazmaya çalışırsınız. Sizin için asla görüntü kirliliği olamaz tuttuğunuz takım hakkında yazılmış herhangi bir duvar yazısı, fakat bir İzmirli bunu sizin gözünüzden görmeyecektir. Onların gözlerini tırmalamaması için muntazaman yazmaya çalışırsınız fakat bu kendinizi inandırmaya çabalamaktır sadece. Demirspor yazarsınız önce bir duvara, ama "ulan ya Adana olduğunu anlamazlarsa" endişesi baş gösterir ve önüne Adana'yı da eklersiniz. Artık önünden her geçişinizde kendinizi daha iyi hissedebileceğiniz bir duvarınız olmuştur. Artık içinizde yaşattığınız aidiyetinize İzmir kentinin bir duvarını daha ortak etmişsinizdir. Kentin diğer sakinlerinin de sizin gibi düşüneceklerine inandırmaya çalışırsınız kendinizi. Yazıyı gören kişilerin size yöneltmeleri kuvvetle muhtemel olan küfürleri aklınıza getirmemek için. Belki Adana'da olsanız yapmayacağınız ikinci şeydir bu, çünkü oradayken tüm duvarlar sizindir. Ama siz Adana'da değilsinizdir, uzun süre de orada olamayacaksınızdır ve zaten bu işi çoktan yapmışsınızdır.
Asıl önemlisi stat atmosferine olan özlemdir gurbet ellerde iken. Adana 5 Ocak Stadı'nda (tercihen kapalı b üstte) o vefakar taraftarların arasında Demirspor'u izlemek, daha doğrusu destek vermek uğruna maçı izleyememek, şuranızda bir yaradır daima. Hiçbir maçta orada olamazsınız, tarafınızın taraftarlığını paylaştığınız herkes o anda o çatı altında ritme eşlik etmekle meşgul iken sizin İzmir'de konu ile hiç ilgisi olmayan meşguliyetleriniz vardır. Belirli aralıklarla statta konuşlanmış olan eşe dosta bağlanırsınız telefonla ve işte o an 5 Ocak'ta yankılanan davul seslerini duymuş olmanız size "davulun sesi uzaktan kulağa hoş gelir" sözünün doğruluğunu sorgulatır ciddi anlamda. Vurulan her tokmakla gözünüzde o stattaki farklı bir anınız canlanır.
O atmosfere duyduğunuz bu eşsiz özlemin bir nedeni de, atmosferi yaratan kitlenin Adana şehrinde sahip olduğu konumdan ileri gelir. Kitleden kastınız büyük anlamda Adana Demirspor Taraftarlar Derneği bünyesindeki Şimşekler Grubu'dur ve siz de Demirspor ile ilgilenmeye başlamanızın ilk gününden itibaren o grubun çekim alanına girmişsinizdir.
Şimşekler Grubu, kentteki bir tepki mekanizmasıdır adeta. Sevgi, saygı, bağlılık ilkeleri, grup içindeki her bireye hak ettiği değerin verilmesi sayesinde oluşturulmuş olan bütünlük, verilen tepkilerin seslerinin daha tok olması anlamına gelir. Yerel yönetimlere, adaletsiz uygulamalara karşı düzenlenen protesto yürüyüşleri, sahipsizliğe tepki vermek adına yapılan açlık grevleri, şehir halkına unutulmakta olan mahalli kimliklerini yeniden kazandırmak için girişilen çabalar, ortak değerimiz Adana Demirspor’umuz için tepilen yollar gidilen deplasmanlar, verilen uğraşlar, derneğin mevcudiyetinden rahatsızlık duyanlara rağmen ayakların üzerinde her geçen gün daha sağlam durma çabaları, geride kalmış yıllardaki yaşanmışlıklardır hep. “Vardık, Varız, Varolacağız” pankartı, hem cümlenin taşıdığı anlamla, hem de el emeği ile yapılmış olması nedeniyle Taraftarlar Derneği’nin verdiği mücadelenin pankartıdır bir anlamda. Meseleyi “her haftasonu bir tribün çatısı altında toplanmış bir grup insan” formuna sokmaya çalışıp, yapılan onca şeyin aslında ne kadar büyük bir toplumsal etkileşim olduğunu, bu etkileşimin doğru amaçlara yöneltildiğinde taşıyabileceği muazzam potansiyeli göz ardı etmek isteyen zihniyetin değer gördüğü Türkiye’de kolay işler değildir bir kentin nabzını tribünlerden tutabilmek.
Kentin dinamiklerini ateşlemekteki bu güç Şimşekler Grubu’nda yaratılmış duyarlılıktan ileri gelmektedir ve yine aynı duyarlılık, Türkiye’deki apolitik olarak nitelendirilen (kanaatimce apolitik yapı oluşturmak da mevcut sistemin devamını amaçlayan ve temelde politik olan bir tavırdır) tribünler arasından 5 Ocak Kapalı B Üst tribünün biraz daha politik bir tribün olarak sivrilmesine, dışarıdan bakanların öyle algılamasına sebep olmuştur. Yılmaz Güney’i konu alan bir yazıda okumuş olduğum “Adana Sosyalizmi” tabiri tam olarak Demirspor tribünlerinin yaşadığı bu sivrilmeyi açıklar kanaatindeyim. O yazıda belirtildiği gibi; Adana kentinin kültürel altyapısını oluşturan olgulardan olan “külhanbeyi tavrı” Adana Sosyalizmi kavramının içinde kendine yer bulurken, Sosyalist teorilerle olan ilişkiler aslında gevşektir, zayıftır. Mübalağalı bir örnekle; Das Kapital’i Marx’tan çok Yılmaz Güney’in yazmış olması muhetemeldir Adana’da. 6.filo günlerinde Adanalı öğrencilerin “Go Homeun ulan” sloganı attıkları rivayetinde de olduğu gibi.
Elbette o insanları Demirspor tribününde birleştiren şey, belli bir siyasi görüşe sahip olmaları değil, Demirsporlu olmalarıdır, ki bir tribün dolusu adamın ortak siyasi görüşte buluşmaları takdir edersiniz ki oldukça düşük bir ihtimaldir. Fakat içinde siyasal yelpazeden her türlü rengi barındırmasına rağmen tribünlerindeki sözünü ettiğimiz bu eğilimleri, bu sivrilmesi ile Demirspor, ağırlıklı olarak kurulduğu ilk günlerdeki demiryolu işçilerinden oluşan yandaş yapısından izler taşır hala.
Ve siz bu izleri takip etmekten ya da bir yerde şekillendiricilerinden biri olmaktan gurur duyar, keyif alırsınız.
Sonra bir gün daha önce hiç denemediğiniz bir uğraşın tam orta yerinde bulursunuz kendinizi. Adına da anavarza.zine koyarsınız uğraşınızın. Fanzin çıkarma kararı almışsınızdır artık ve bunu layığı ile yerine getirmekle yükümlü kılmışsınızdır kendinizi otomatik olarak. Bir ilk olacaktır bu Demirspor tribünlerinde. Aslında dağarcığında en fazla söz biriktirmiş tribünlerin başında gelir tribününüz, fakat bugüne kadar farklı yollar denenmiştir söz söyleme hakkını kullanmak adına. Denenmemişi denemenin heyecanını ve sorumluluğunu yaşamak İzmir'de bile arayıp bulmuştur sizi. Zorlu bir uğraştır bu gerçekten. Önce o sayfalarda yer vermeye layık bulabileceğiniz yazılar yazarsınız. Bu yeterli değildir, sizin gibi yazmaya yatkın arkadaşlarınızın desteği hayati önem taşır, onların yazılarını da alırsınız. Zaman zaman yazı dilenirsiniz hatta. Metinler tamam olduktan sonra önce sayfa tasarımları meselesi, ardından fotokopi makinesiyle yakın ilişkiler kurma safhası gelir. Maliyeti en ucuza getirmek demek, daha fazla fanzin basabilme ihtimali demek olduğundan, nüfus cüzdanı fotokopisi çektirir gibi ilk gördüğünüz fotokopiciye de giremezsiniz. Ama en ucuza fotokopi çekene de, en pahalıya fotokopi çekene de girseniz, kaçamayacağınız yegane soru "abi şimdi bu bastıklarımız ne işe yarayacak?" sorusudur, ki defalarca sorulan bu soruları cevaplamak için kendinizi otomatiğe almak istersiniz. Fotokopi işleminin ardından tüm sayfalar elinize geçer, bunları tanzim edip zımbalamak gibi bir başka yorucu işin içinde bulursunuz kendinizi. Bunlar da bitince elinizde yüzlerce fanzinle dağıtım derdine düşersiniz. İzmir ve Adana tamamdır ama diğer şehirler için aracı kullanmak gerekir ve bu aracılar eli öpülesi insanlardır, sizin farklı şehirlerdeki eliniz kolunuz olurlar. Fanzin kabul eden kitabevleri ile bağlantı kurup rafları anavarza ile donatırlar. Bu yayını Adana dışındaki şehirlere de mümkün olduğunca gönderme isteğinin altında yatan espri aslında sizin de hissetmekte olduğunuz açlığın farklı şehirlerdeki Demirsporlu bedenlerde hafifletilmesini sağlamaktan ileri gelir. Çünkü ulusal basın-yayın kuruluşlarının hiçbiri o açlığın bastırılmasına katkıda bulunmaz. Şehir dışında yaşayan bir Demirsporlunun arşivi olsa olsa, gazetelerin genelde okunmayan sayfalarının alt köşelerinden kesilmiş 3-5 satırlık birkaç gazete küpüründen ibaret olacaktır. Tecrübelerinizle çok iyi sabitlemiş olduğunuz bu bilgiyi yıkacak olan an, kitabevinde anavarza ile karşılaşan bir özlemdaşınızın suratındaki şaşkınlık ve tebessüm anı olacaktır.
Şehir dışındalığın bir diğer sonucu da takımınızın mücadele edeceği ligde ve gruptaki deplasmanlardan, bulunduğunuz şehire en yakın olanlarını hesap etme içgüdüsüdür. Kendimden örnekle; İzmir'de bulunduğum süre zarfı içerisinde hiç hatırlamam ki Demirspor'un mücadele edeceği ligin fikstürünün çekildiği günleri İzmir ve diğer iller arası mesafe hesaplaması yapmadan geçirmiş olayım. Fikstür incelemesi ve bununla beraber ince hesaplara girişilmesi tribünde bir kere olsun üçlü çekmiş olan (üçlü tribün jargonunun temel taşlarındandır) herkesin kendisini yaparken bulduğu sezon öncesi ritüellerinden biridir, ve bu, gurbette olup sınırlı sayıda maça gidebilecek kişiler için hayati önem taşır. 2005-2006 sezonu bu açıdan İzmir'de yaşayan Demirsporlular için altn sezondu adeta. Çünkü Demirspor'un mücadele verdiği grupta profesyonel bir futbol müsabakasına çıkabilmek için gerekli koşulları yerine getirebilen 8 rakipten 7'si Ege Bölgesi takımıydı ve her takımla 4'er maç yapıldı. Hal öyle olunca da Ege Bölgesi'nde "senden uzakta hep birşeyler eksik" düşüncesini benimsemiş Demirsporlu sirkülasyonu yaşandı. Bu maçlara giderken mümkün olduğu kadar fazla insanın kanına girebilmek temel kuraldır ve ilk etapta bunu uygulamaya çalışırsınız. Çünkü herhangi bir deplasmana gitmeye istekli olan yahut çok gönüllü olmamasına rağmen ikna edilen kişilerin çokluğu gidiş şeklini etkileyecek ana unsurdur. Herkes sizin kadar istekli olmayabilir, herkes önceliği sizin için birçok şeyden önce gelmekte olana vermeyebilir. Bu noktada ikna yeteneğiniz devreye girer, başarılı olur da fazlaca kişiyi ikna edebilirseniz sizi maça götürecek deplasman otobüsünün ayarlanması için engeliniz kalmamış demektir. Aksi takdirde farklı amaçlarla seyahat eden 5-10 kişi olarak bir seyahat firmasından biletlerinizi alırsınız. Bu durum beraberinde bir miktar tatmin eksikliğini getirir. İçinde bulunduğunuz araçtaki her yolcunun kafasında ayrı bir planın barındığını biliyor olmak maç öncesi motivasyonu olumsuz etkiler, araç içinde istenen havanın oluşturulabilmesi o koşullarda zaten imkansızdır. Yine de göreviniz kıyıda köşede de olsa gidilebilecek yerlere gitmek, ellerinizin emeğine gözünüzün nurunu katarak hazırladığınız mavi-lacivertli pankartlarınızın oralarda dalgalanmasını sağlamaktır. Takım ile beraber bir gün geçirip futbolcular ve idareciler ile beraber olmak, takım otobüsüne binip otobüsle Adana'dan gelmiş olan havadan bir nefes çekmek de kârınızdır. Daha önce iki tanesini belirtmiş olduğum, Adana'da olsanız yapmayacağınız şeylerin bir üçüncüsü de bu hava çekme işlemidir.
O gün tamamen size ayrılmış bir gündür çünkü o gün boyunca muhatap olduğunuz insanlar mavi-laciverte olan tutkuyu en az sizin taşıdığınız kadar taşımaktadır. İzmir'deyken üç İstanbul takımına odaklanmış futbol sohbetlerinden uzak kalırsınız ve hatta futbol ile ilgilenmediğiniz bile düşünülebilir fakat o gün gündem maddeniz sadece futboldur ve üstelik alt başlık da tamamen sizin hakim olduğunuz bir kulüptür. İzmir'deyken kendinize sakladığınız futbol yorumlarınız ışığı görmüştür işte.
Zaten gurbette olan birine, Demirspor için deplasman olan çevre illerdeki herhangi bir maça gitmek, yani deplasmandan deplasman yapmak güzellikleri kadar gariplikleri de beraberinde getirir. Deplasmanlar daha çok bağırılan fakat daha az işitilen yerlerdir. Yanınızdaki Adana'dan gelmiş olan arkadaşlarınız senenin büyük bölümünde "net duyulan" taraftar konumundadırlar fakat sizin "net duyulan taraftar" olma oranınız çok daha düşüktür. Hep deplasmandaki adamsınızdır siz. Gırtlağınız patlar, büyük efor sarfedersiniz fakat rakip takım taraftarları sayıca üstün olduğundan sizin kadar performansları olmasa bile sizi bastırabilirler. Bu durumun acısını ilk fırsatta 5 Ocak'ta çıkaracağınız düşüncesi kafanızdadır hep. Derken maç biter, ev sahibi taraftarlar tribünleri boşaltana dek size ayrılmış olan tribünde dostlarınızla son sohbetlerinizi layıkıyla yapabilme çabasına girersiniz. Çıkış turnikelerine dayandığınızda ise maçtan galip ayrılıyor bile olsanız bir hüzün vardır içinizde. Çünkü artık bundan sonrası ayrılık faslıdır, vakit çok geçtir. Şimdiye kadar hep bir arada olan topluluk farklı otobüslerle farklı yerlere doğru yol alacaktır artık. Keşke İzmir'e gidende değil de Adana'ya giden otobüste olsam düşüncesi İzmir'e giden otobüstekilerin ortak kullanımına açılmıştır. Az önce tribünde sıkılı yumruklarla ritme eşlik eden elleriniz şimdi bir sağa bir sola sallanır pozisyonda yolcu uğurlamaktadır. Otobüslerin sizi selamlayan kornaları dostlarınızın ardından kulağınızda kalan son ses olarak yer eder. Demirspor logosunun ön tarafa gelmesine dikkat ederek atkınızı boynunuza dolar, arkanızı döner, yaşadığınız şehre dönmek üzere yola çıkarsınız.
Gurbet elde tuttuğunuz takım ekseninde yaşadığınız olayların en keyif verici olanı ise tesadüfen bir tarafdaşınız ile karşılaşmanızdır kuşkusuz. Bu iki şekilde gerçekleşebilir. Birincisi yarı-tesadüfi karşılaşmalar, ikincisi tümüyle tesadüfi karşılaşmalardır. Yarı tesadüfi karşılaşmalarda sizin ya da karşınızdakinin üzerinde Demirsporluluğunuzu belirtecek bir aksesuar (genellikle takım atkınız ve tercihen piyasada satılanlar değil de annenizin o kutsal ellerinin ürünü olanı) bulunur. Takımın renginin mavi-lacivert oluşu bu durumda bir avantajdır çünkü objenin net olarak seçilemediği durumlarda bile bu renklere sahip ürünleri olan tek takım Adana Demirspor olduğundan hata yapma ihtimaliniz yok denecek kadar azalmış olur. Diğer durum tümüyle tesadüfi karşılaşmalardır. Belki yıllar yılı arasanız bile İzmir'de şırdan bulamayacaksınızdır fakat ayaklarınız sizi öyle bir yere götürür, gittiğiniz o yerdeki insanlarla sohbetiniz öyle bir gelişir ki birden bire karşınızdaki insanla aslında ortak bir yanınızın olduğu su yüzüne çıkar. Şırdan yemiş gibi olursunuz. Bu; eşeğin kaybettirilip geri buldurulması örneğine benzer, ama mühim olan o örnekte eşeğini bulan adam gibi sevinçli olmanızı sağlayacak bir durum olmasıdır.
Bir de sorumluluk duygusu vardır ki bu da sizi Demirspor taraftarı ile bulunduğunuz şehirdeki futbolseverler arasında bir köprü konumundaymışsınız gibi hissettirir. Çevrenizdekilerin tanıdığı tek Demirsporlu ya da birkaç Demirsporludan birisinizdir ve malesef takımınız da sizin uzakta olduğunuz yıllarda ulusal ölçekteki başarılardan gittikçe uzaklaşmış, Anadolu'nun diğer şehirlerine pek ulaşamaz olmuştur. Takımınızın bu şehirlerdeki varlığı belli bir yaşın üzerindeki insanların anıları ve skor tahmin oyunlarının kuponlarındaki maçlarınızla sınırlı kalmıştır. Tam bu noktada, bir İzmirlinin kafasındaki Demirspor fotoğrafının en belirgin öğesi siz olmuşsunuzdur istemeden. Fotoğrafın estetik yapısını bozmamaya çalışırsınız.
Kimileri anlamsız bulsa da bir futbol takımını gönülden desteklemek; o kulübün geleceğine dair güzel hayalleri olan insanlar ile bir topluluk oluşturup ortak amaçlar doğrultusunda çabalamak, dayanışma ve kardeşlik ortamı içindeki bireylerden biri olmak, özünde sevgiyle iyi niyet olan ve hissedilmemesi halinin eksiklik olacağını düşündüğüm duygulardır. İnsan yaşamı boyunca etkileşim içinde olduğu yapılar içerisinde zaten bu ve benzeri davranışları sergiler, kulüp taraftarlığında farklı olan işin içine futbolun büyüleyiciliğinin girmiş olmasıdır. Bireyle yakınlık duyduğu kulübün arasındaki kilometrelerin fazlalığı ise sadece sevginin platoniklik derecesinde bir oynama yapar ama bu sevginin özü her koşulda tüm güzelliğiyle korunur.

anavarza1940

Lokomotif Adana

Lokomotif Adana

1940'ta geldik dünyaya
Konuşmayı öğrendik senin adınla
Futbolcusu hocası taraftarıyla
Haydi bastır Şimşeğim forma aşkına

sözlerinin “Bilmem Şu Feleğin Bende Nesi Var” türküsüne eklemlenmesiyle 5 Ocak tribünlerinin çok aşina olduğu bir tezahürat söylenir durur Çukurova’da nicedir. Feleğin bizde nesinin olup olmadığı belki bilinmez, ama iyi bilinen bir şeydir bizim Demirspor’da neyimizin olduğu, Demirspor’un bizde nelerinin olduğu. Sihirli kelime feleğin 1.tekil kişide nesinin olduğunu sorgulayan türkünün birinci çoğul kişiye dönmesini sağlayan “biz” kelimesidir.
1940 yılında 2.Dünya Savaşı’nın çıkacağı günlerde silah altına alınanların dışındaki gençleri sivil savunma ve spora yöneltme amacıyla “Sivil Savunma Mükellefiyeti” adı altında bir kanun çıkarılır. Kanun doğrultusunda, kamu ve özel sektörde 500 kişiden fazla eleman çalıştıran kuruluşların bir spor kulübü kurmaları mecburiyeti getirilir. Bunun neticesinde 21.12.1940 tarihinde o zamanın Devlet Demiryolları 6. İşletme Müdürü Eşref Demirağ tarafından kurulmuş olan Adana Demirspor kulübü, evrildiği süreç içerisinde Adana şehrinin sosyal, kültürel, ekonomik hayatına, kısacası insan hayatı üzerinde etkisi olan bilumum yapılara tesir etmiştir, etmeyi sürdürmektedir.
Kulüp; atletizm, bisiklet, güreş, yüzme su topu, basketbol, voleybol ve futbol branşlarında faaliyet göstermiş, tüm branşlarda birçok milli sporcu yetiştirmiştir. Özellikle su topu branşında 17 yıl hiç yenilmeyip 22 yıl boyunca da tek mağlubiyet almış olmasından dolayı ülke genelinde "yenilmez armada" olarak anılmış, ekol oluşturmuştur
Futbola gelirsek;
1954 yılında Adana şampiyonu olup, akabinde katıldığı Türkiye Gruplararası Futbol Şampiyonluğu’nda birinci olarak Hacettepe ile final oynama hakkı kazanan Demirspor bu maçı da Füze Selami’nin golüyle 1-0 kazanarak Türkiye Futbol Şampiyonu olmuş ve ilk büyük başarısını yaşamıştır.
1959-60 sezonu ise, daha önceki dönemde bölgesel lig şampiyonluğuna ambargo koymuş olan Adana Demirspor'un ilk kez Türkiye Profesyonel 1.Ligi'ne çıkma hakkı elde ettiği sezon olarak kayıtlara geçer. Fakat ilk kez yükseldiği 1.Lig'de varlık gösteremeyen Demirspor, 12 sene sürecek olan 2.Lig mücadelesi periyoduna ertesi yıl geri dönecektir. Bu periyodun bitimi 1972-73 sezonuna denk gelir. O sezonda 2.Lig Beyaz Grup şampiyonluğu için Sivasspor ile çekişen Adana Demirspor, son haftasına kadar başa baş geçen liderlik yarışından, son hafta Kütahyaspor'u Bektaş'ın 83 ve 89. dakikalarda attığı iki golle mağlup ederek galip ayrılır. Ve işin en güzel yanı, bu yükseliş 1959-60 sezonunda olduğu gibi tek sezonluk olmayacak, mavi-lacivertliler aralıksız 11 sezon 1.Lig'deki varlığını devam ettirecektir. 1983-84 sezonunda ise kendisi gibi 29 puana sahip Boluspor ve Antalyaspor'un hemen ardında, 18 takımlı ligde 16. sırayı alarak 2. Lig yolunu tutar Cenup Yıldızı. İstikrarlı yılların ardından gelen bu düşüş 3 senelik bir 2.Lig mücadelesini beraberinde getirir. Bu mücadelenin bitimi olan 87-88 sezonunda Demirspor yine olması gerektiği yerde, 1.Lig'dedir fakat 1989-90 sezonuna kadar. 89-90’da küme düşen Demirspor yüzünü fazla eskitmek istemediği için 1 yıl 2..Lig’de kalıp yeniden 1.Lig’e dönmüştür. Düşme çıkma işinden keyif almış olsa gerek, aynı sezon yine 2.Lig’e düşen Demirspor Metin Türel yönetiminde Ankara'da Çanakkale Dardanelspor'u mağlup ederek 93-94’te tekrar en iyi 18 takım arasına dönmüştür. Bundan sonra ise, adeta bir 1.Lig’i protesto sürecine girilmiş, 17 sezon başarıyla mücadele vermiş olduğu 1.Lig’e küsmüştür Demirspor. Bu süreç içinde Bakırköy Faciası gibi facialar yaşanmış ve yılların Demirspor’u 3.Lig’in tozu toprağına bile sokulmuştur, fakat toz toprak dahi mavi-lacivertli formanın değerinden bir şey eksiltememiştir. Bugünlerde 2.Lig B Kategorisi’nde şampiyonluk iddiası sahibi olan Demirspor, performansıyla eski günlere dönüleceğine dair umutları yeşertmektedir. İşte bu umutların yüzü suyu hürmetine bir pankart asılı durur 5 Ocak Kapalısı’nda. “Venceremos".

Demirspor ekseninde sürüp giden bir yazıda, Demirspor'un karşısına rakip çıkarmak için kurulduğu çokça insan tarafından bilinen Adanaspor'u anmamak olmaz elbette. Yazının ilk bölümünde de değinildiği gibi, sportif alanda elde ettiği başarıların ardından bölgede "Cenup Yıldızı" olarak anılmaya başlayan Demirspor giderek markalaşmış ve kulüp içerisinde yer alabilmenin, kişilerin sosyal statüsüne olumlu katkıda bulunacağı düşüncesi kendini yaratmıştır. Bu durumun beraberinde getirdiği rekabet kulüp içinde yer alamayan kişileri adeta başka bir rant aracı bulmaya yöneltmiştir ki Adanaspor'un kuruluşunda bu amaç yatar. Yani Adanaspor sivil bir girişimin meyvesi iken Demirspor devlet tarafından kurdurulmuş bir takımdır. Öyledir öyle olmasına ya; bir çok sportif başarıya imza atsa da, Adana'nın yarattığı bir değer olsa da Adanaspor bir türlü bütünleşememiştir Adanalı ile. Sonradan gelmiş olmanın bir yabancılığı yapışıp kalmıştır üzerine daima. Ankara eli ile kurdurulmuş olan Demirspor ise, Adanaspor'dan beklenecek şeyi gerçekleştirmiş, kent sporunun lokomotifliğini yüklendiği yılların getirisi ile o şehrin insanına ait olabilmiştir. 1969 yılına kadarki süreçte kulüp başkanları TCDD bünyesinden çıkarken, bu tarihten sonra yönetimin %70’lik bir oranının sivil kişilerden oluşturulması karara bağlanması ile de daha bir Adanalı olmuştur Demirspor.

Hayat katarının Adana’ya uğramış olanına atlayıp katarın gittiği yere doğru giden, geçtiği yollara da kendilerinden izler bırakan insanlardı Demirspor’u Demirspor yapanlar. Tren’in taşımakta olduğu anlamların etkisiyle midir bilinmez, kentte bir duruşu, bir tavrı temsil ettiler onlar. Demem odur ki; o yıllarda da "halkın takımı" söylemine karşılık gelmiştir, şimdilerde de gelmektedir Mavi Şimşekler Adana'da.

Günümüzde Demirspor’un sahip olduğu bu nitelik, Adana Demirspor Taraftarlar Derneği bünyesindeki Şimşekler Grubu aracılığı ile hayata geçirilmekte, grup camia ile toplumun her kesiminden insan arasında bir bağ kurmaktadır. Tepebağ'dır grup, Taşköprü'dür, Gazipaşa'dır, Baraj Yolu'dur. Duygu Cafe'deki anılardır grup. Kuruluş temellerinin atıldığı günlerdeki heyecandır. Eskinin Arjantin Köşesi'ndeki Çılgınlar'ıdır.

20 yılı aşkın süredir varlığı ile mavi lacivertli tribünleri sürükleyen Şimşekler Grubu'nun kurucusu, bugün Adana Demirspor yönetim kurulu başkanlığı koltuğunda oturmakta olan Adem Atılgan’dır. Temelleri 1980’lerde atılan grup son 10 senesi çok daha aktif olmak üzere yıllardır sportif yaşantı başta olmak üzere kentte süregelen birçok durumda rol alır. Şimşekler Grubu, kentteki bir tepki mekanizmasıdır adeta. Sevgi, saygı, bağlılık ilkeleri, grup içindeki her bireye hak ettiği değerin verilmesi sayesinde oluşturulmuş olan bütünlük grubun ana taşıdır. Bu bütünlük, verilen tepkilerin seslerinin daha tok olması anlamına gelir. Yerel yönetimlere, adaletsiz uygulamalara karşı düzenlenen protesto yürüyüşleri, sahipsizliğe tepki vermek adına yapılan açlık grevleri, şehir halkına unutulmakta olan mahalli kimliklerini yeniden kazandırmak için girişilen çabalar, Türkiye Cumhuriyeti’nin politik gündemindeki olaylar hakkında sergilenen tavırlar, ortak değerimiz Adana Demirspor’umuz için tepilen yollar gidilen deplasmanlar, verilen uğraşlar, derneğin mevcudiyetinden rahatsızlık duyanlara rağmen ayakların üzerinde her geçen gün daha sağlam durma çabaları, geride kalmış yıllardaki yaşanmışlıklardır hep. “Vardık, Varız, Varolacağız” pankartı, hem cümlenin taşıdığı anlamla, hem de el emeği ile yapılmış olması nedeniyle Taraftarlar Derneği’nin verdiği mücadelenin pankartıdır bir anlamda.

Cahit Berkay'ın Selvi Boylum Al Yazmalım'ı melodi olmuştur bir tezahüratına bu tribünün. "Tam 10 yıl oldu taraftarlar Süper Lig'i görmedi ki", diye girmiştir takımdaşlar söze. Ardından bir başkası çıkıp, "tam 5 yıl oldu, şampiyonluk 5 Ocak'a gelmedi ki" demiştir. O anda herkes içinden "ama yine de bir gün olsun davamızdan dönmedik ki" demektedir, gözlerden de okunabileceği gibi. Bu fetret devrinde olagelen işler hala dün gibi hafızalardadır. "Sahipsizdik grev yaptık, en zor günde yalnız kaldık" derler hep bir ağızdan, "ama yine de bir gün olsun Şimşek'imi bırakmadık"ı ekleyerek.
Yüreklerde tüknenmeyen umutlar vardır, ve bu inananlar ordusu gücünü bu umutlardan alıp atılır kavgaya. Güzel günlerde omuz omuza olunacağına dair umutlar... En büyük misyonu ise mahalli kimliğin muhafazası konusunda üstlenmiştir Şimşekler Grubu. İstanbul takımlarının antrenman sahalarında yaprak döken ağaçtan haberdar olan hemşehrilerinin Adana'da kapanmanın eşiğine gelen kendi kulüplerinden bihaber olmaları tahammül edilecek şey değildir çünkü. Günü gelmiş, kulübe maddi gelir sağlayabilmek için oluşturulmuş eşya piyangosu kampanyasında kapı kapı dolaşarak Adana'da hem bilet satmış, hem de kaybolmaya yüz tutan kantlilik bilincine vurgu yapmıştır bu renklerin sevdalıları. Şalgamın kolaya, kebabın hamburgere tercih edilmesi gibi bir acı yaratır bu sahipsizlik bünyelerde. Bu durumun iyileştirilmesi için çabalamak gereklidir ve bu azim grup içinde fazlasıyla vardır. Fakat bu konu oldukça hassastır, kaş yapayım derken göz çıkarma ihtimalini içinde barındırır. Doğru tepkileri ölçülü koymak gerekir. Tepkinin dozu kaçmaya başladığında yaratılmak istenen sempati antipatiye de dönüşebilir çünkü. Çetrefilli iştir kısacası Anadolu'da tribün kovalamak.

Meseleyi “her haftasonu bir tribün çatısı altında toplanmış bir grup insan” formuna sokmaya çalışıp, yapılan onca şeyin aslında ne kadar büyük bir toplumsal etkileşim olduğunu, bu etkileşimin doğru amaçlara yöneltildiğinde taşıyabileceği muazzam potansiyeli göz ardı etmek isteyen zihniyetin değer gördüğü Türkiye’de kolay işler olmasa gerek bir kentin nabzını tribünlerden tutabilmek. Üstelik nabza göre şerbet vermeyi beceremeyenlerdenseniz.

Kentin dinamiklerini ateşlemekteki güç, Şimşekler Grubu’nda yaratılmış duyarlılıktan ileri gelmektedir ve yine aynı duyarlılık, Türkiye’deki apolitik olarak nitelendirilen (kanaatimce apolitik yapı oluşturmak da temelde politik bir tavırdır) tribünler arasından 5 Ocak Kapalı B Üst tribünün biraz daha politik bir tribün olarak sivrilmesine sebep olmuştur. Yılmaz Güney’i konu alan bir yazıda kullanılan “Adana Sosyalizmi” tabiri tam olarak Şimşekler Grubu'nun yaşadığı bu sivrilmeyi açıklar kanaatindeyim. O yazıda belirtildiği gibi; Adana kentinin kültürel altyapısını oluşturan olgulardan olan “külhanbeyi tavrı” Adana Sosyalizmi kavramının içinde kendine yer bulurken, Sosyalist teorilerle olan ilişkiler aslında gevşektir, zayıftır. Mübalağalı bir örnekle; Das Kapital’i Marx’tan çok Yılmaz Güney’in yazmış olması muhetemeldir Adana’da. 6.filo günlerinde Adanalı öğrencilerin “Go Homeun ulan” sloganı attıkları rivayetinde de olduğu gibi.
70'lerin sonuna kadar Demirspor taraftarlarının özellikle İç Anadolu takımlarının bulunduğu kentlerde "komünistler Moskova'ya" tezahüratlarıyla karşılanmışlıkları vardır bu ülkede. Garip ve acı ama bir o kadar da gerçek! Orada Demirsporlu kimlikleriyle bulunan insanların rakip takım taraftarlarınca siyasi bir grupmuş gibi algılanması, kendilerini apolitik olarak nitelendiren çevrelerin aslında ne kadar keskin bir politik tavırlarının olduğuna işarettir. Demirspor tribünündeki insanları birleştiren şey, belli bir siyasi görüşe sahip olmaları değil, Demirsporlu olmalarıdır, ki bir tribün dolusu adamın aynı siyasi görüşü paylaşmaları takdir edersiniz ki gerçekleşemeyecek kadar düşük bir ihtimaldir. Fakat içinde siyasal yelpazeden her türlü rengi barındırmasına rağmen tribünlerindeki sözünü ettiğimiz bu eğilimleri, bu sivrilmesi ile Demirspor, ağırlıklı olarak kurulduğu ilk günlerdeki demiryolu işçilerinden oluşan yandaş yapısından izler taşır hala.

Durumu ifade ederken seçtiğim kelimeler üzerinde uzunca düşünmemin nedeni haddimi aşacak bir tasvir yapmak istemememdendir. Bu hassasiyeti sürdürerek değineceğim bir başka konu ise bu sezon içerisinde Futbol Federasyonu ile Adana Demirspor Kulübü'nü karşı karşıya getiren bir pankart sorunudur. Hrant Dink suikasti malumunuz. Olayın ardından memlekette ve memleket dışından nitelikli niteliksiz çokça fikir ortaya atıldı, çokça konuşuldu ve bir o kadar yazılıp çizildi. Duyarsız kalanlar olduğu gibi, mantığı ve duyguları dahilinde yaşananlarla ilgili tepkisini ortaya koyan kesimler de çıktı. İşte o günlerde Şimşekler Grubu'nun kurucusu, şimdinin Adana Demirspor Başkanı olan Adem Atılgan'dan bizce çok onurlu bir talep iletildi Futbol Federasyonu'na. Talepte, gazeteci Hrant Dink'in ölümünün ardından oynayacağımız ilk maçımızda sahaya çıkarken "Hepimiz Hrant'ız Hepimiz Ermeni'yiz" yazılı bir pankart taşımak istediğimiz iletildi. Futbolcularımızın elinde olacak bu pankart, bizce ve gazetecilik yönü de olan başkanımızca, kardeşliğe, insanlığa ve bütünlüğe vurgu olacaktı. Fakat beklendiği gibi, talep "spora siyasetin karışmaması lazım gelir" gibi bir gerekçeyle reddedildi. Aylar önce tribünlerinde Şimşekler Grubu yapımı "Soykırımı Bilmeyiz Çünkü Fransa Değiliz" pankartı olan kulübün, yine aynı duyarlılık çerçevesinde gerçekleştirmek istediği bu talebi kabul görmemiş, üstüne federasyon kanadının tüm okları Adana Demirspor'a yöneltilmişti. Bu süreçte kulüp başkanımız Adem Atılgan'a en büyük desteği, tribünlerdeki onurlu duruşundan taviz vermeyerek her zaman olduğu ve olması gerektiği gibi Şimşekler Grubu verdi.

Şimşekler Grubu; Türkiye'deki taraftar gruplarının genelindeki işleyişten ayrı olan nitelikleri sayıca fazla olan gruplardandır. İlk belirtilmesi gereken, "reis" olgusunun bu tribünlere hiç girmediği ve asla giremeyeceğidir. "Diereğe çıkan" (farklı tribünlerde bu olay için sete çıkmak, duvara çıkmak gibi tabirler de kullanılır) kişilerin özel bir alerjisi vardır her zaman reis kelimesine. Nedeni de kelimenin altyapısını oluşturan olgular bütünü ile Şimşekler Grubu'nda yaratılmış değerlerin uyuşmamasıdır. Temelinde sevgi bulunan çift yönlü bir saygının uzantısı olan abiler ve kardeşler bütünüdür grup. Adanalıca bir babacanlığın getirdiği karizma ile yürür tüm işler. Tribünün yükünü çekerken ön saflarda olanlara duyulan hürmet, kişinin evde abisine duyduğu hürmet gibi değilse zaten kıymeti yoktur. Bu nokta grup fertlerinin hassasiyetle üzerinde durduğu bir noktadır, grup içindeki aile havasının aksine tavır sergileyen her kim olur ise grup içinde barınamaz. Öte yandan grupta üzerine en çok vurgu yapılan kavram, öncelikli olarak yükseltilmeye çalışılan bilinç "biz" olma bilincidir. Adana'ya giden İzmirli bir dostumun bana sorduğu ilk soru, "kentin hemen hemen her duvarında bizik yazıyor, o ne anlama geliyor?" şeklindeydi. Hafif bir tebessümle, tüm o yazıların Şimşekler Grubu tarafından yazılmış olduğunu söyledim. Biziz kelimesinin yerel ağızla söylenişini sloganlaştırdığımızı belirttiğimde "biz" diyebilmenin getirdiği güzellikleri de gururla içimde taşımaktaydım.

Kimi tribünlerde örneklerine rastlandığı gibi, kulüp yönetimlerinin tepki toplayacağını bildiği kararları tribünde meşrulaştırma aracı da olmamıştır Şimşekler Grubu hiçbir zaman. Bu tavırın yükselişi, özellikle (aynı zamanda Adana Büyükşehir Belediye Başkanı da olan) Aytaç Durak başkanlığı döneminde Demirspor'un seçim kozu haline getirilip kulüp üzerinden siyaset yapıldığı günlere tekabül eder. Adana Büyükşehir Belediyesi ile grup arasında bir türlü uzlaşma zemini sağlanamamış, açlık grevlerine ve büyük ölçekli protestolara varan tepkiler sergilenmiş, gerginlik bu dönemde had safhaya varmıştır. Durak yönetimi ardından yine Durak eliyle kurulan yönetimlerde de bu gergin atmosfer dalgalı bir şekilde devam etmiş, politika sahnesinin aktörleri ile verilen mücadele Şimşekler Grubu'na politik hamleler yapabilme kabiliyeti de kazandırmıştır. Kulüp yönetiminde sürekli kimi çıkar çevrelerinin "küçük olsun benim olsun" politikaları hakim kılınmış, Demirspor'un kendi ayakları üzerinde durması istenmemiş, daima birilerine, bir şeylere bağımlı olacağı bir düzen oluşturulmuştur. Can Yücel'in Sevgi Duvarı adlı şiirinde dediği gibi, "ne kadar rezil olursak o kadar iyi" mottosu ile hareket edenler, kulüp dara düştüğünde Candan Erçetin şarkısındaki gibi "mucizeler yaratıp Demirspor'un kahramanı olmaya" soyunuyorlardı.

Kaderin bir cilvesi, ve tesadüfün böylesi diyerek anlatmaya başlayacağım bir dizi olay da yoğunlukla bu dönemlerde yaşanmıştır hep. Emniyet güçlerinin bizce anlamsız olan bazı tutumları sahalarda görmek istemediğimiz türden olayların yaşanmasına neden olmuştur. Örneklemek gerekirse; dönemin Adana Demirspor Taraftarlar Derneği Başkanı Ercan Kurgun, maç öncesi İstiklal Marşı'mız okunurken hazır olda olmadığı gerekçesi ile polisler tarafından uyarılmış, bu uyarı sonrasında meydana gelen sözlü atışma kısa sürede fiili saldırıya dönüşmüştür. İstiklal Marşı esnasında atkı açma ritüeli şimdiye kadar görmüş olduğum tüm tribünlerde varken, ve bu pozisyonda olan birinin hazır olda durması olanaksızken, çatışmanın bu gerekçeye dayandırılması tebessüm yaratır sadece insanlarda. O dönemde olaylar ardından yapmış olduğumuz açıklamada belirttiğimiz gibi, olayın altında yatan nedenleri sadece bu hazır olda olmama gerekçesine bağlamak istesek de, akıllarda kentin ve kulüp yönetiminin önde gelenleri tarafından gruba yönelik takınılan tavırlar hep bir soru işareti bırakmıştır. Ve ne yazık ki bu soru işaretleri, o dönemde yaşanan buna benzer bir çok olayın ardından tekrar tekrar gündeme gelmiştir.
Kulüp yönetimleri ile taraftarlar derneği arasındaki bu mesafeli tutumlar, Adem Atılgan başkanlığında oluşturulan yönetim kurulu ile sona ermiştir. Fakat bu yakın ilişkiler, birçok kulüpteki gibi ranta dayalı içi boş ve samimiyetsiz ilişkiler değildir, göbek bağı ile bağlı organik ilişkilerdir. Kendisi de grubun bir parçası olan Adem Atılgan ile birlikte (hala belediye-kulüp arasındaki dirsek temasının sürmesine rağmen) dernek kendini daha rahat ifade edebilme fırsatı yakalamıştır.

17 sezon 1.Lig mücadelesi vermiş olan Demirspor'un 1.Lig'de son bulunduğu tarih 93-94 sezonu olunca, bu takımın peşinden gidenlerin genlerine de ister istemez "geçmişe özlem duyma duygusu" yer ediyor. Grubun faaliyette olduğu süreç içerisinde de yaşanmış olan güzel anılar bu vesile ile tekrar tekrar tazeleniyor hafızalarda. Denizli'deki 2 Lig A Kategorisi'ne yükselme maçlarında yaşananlar gibi. 2002 yılının rüya Mayıs'ı, grup içerisinde kardeşliğin, paylaşımın, inanç seviyesinin ve mutluluğun tavan yaptığına tanık olduğum günleri getirdi bize. Nasıl olmasın? Denizli'de oynanacak olan play-off maçları için Adana'dan git-gel yapmak oldukça mantıksız olacağından Denizli'de kurulmuş olan mavi-laciverte bürünmüş çadır kent bir duygu seline ev sahipliği yapacağını bilemezdi muhakkak. Ve o çadırlar arasından yürürken çevrenizdekilerle kurduğunuz bütünlük, kelimelere zor dökülebilecek türdendi. "Daha Yolun Yarısındayız" yazılı pankart selamlamıştı Demirsporluları 5 Ocak'ta bir sezon boyunca. Yolun sonu 2A'ya çıkış değildi elbette, çıktıktan sonra da katedilecek çokça mesafe vardı var olmasına... Ama Denizli'de takım otoban gişelerine dayanmıştı adeta. Gişelerden geçmeyip mıcırlı yollara sapmak, Adana'dan ve memleketin dört bir köşesinden Denizli'ye akın etmiş binlerce gönüldaşın aklından geçirmeye dahi korktuğu ihtimaldi. Ya o kentten bir Demirspor geçecekti, ya da binlerce umut, yeşerdiği yerlere çok uzak olan bir coğrafyanın topraklarına gömülecekti. Çadırların ortasında kaynayan yemek kazanı, inancı ve azimi pay etti. Lokmasını bölerek yiyenlerin bütünlüğü Karşıyaka maçında Taner'in altın golüne kadar verilen insan üstü mücadelenin katığı oldu. Ama sonuç itibari ile olması arzulanan oldu, yaşanmak istenenlerin yüreklerden taşa taşa yaşanması, bu büyük inananlar ordusunun mükafatıydı. Paylaşımın adı coşkuydu, mutluluktu o günlerde.
Kötü günde yan yana olabilenler paylaşabilir ancak güzellikleri. Denizli'deki zafer sarhoşu günler, öncesinde grupça göğüs gerilmesi gereken bir çok kötü anı taşımaktadır. Yaşanan kahır dolu hatıraların başında gelen de bu tribünde ritm tutan 10 kişinin 9'u tarafından Bakırköy Faciası olarak gösterilir kuşkusuz. En dramatik şarkının tüm Demirsporluların kafasında fon olduğu, bakışların anlamsızlaşıp nefes alıp vermenin bile zor geldiği o dönem. 67 yıllık çınarın 3.Lig'in tozuna toprağına bulanacağı periyodun hazırlayıcısı olan 4-0'lık Bakirköy hezimeti hala içinde bir yaradır herkesin. 1998 senesinde bitime 2 hafta kala liderliğe oynayan Mersin İdman Yurdu'nun Mersin'de Bakırköy'e mağlup olması, aynı hafta Demirspor'un da Adana'da Kilimli Belediye ile berabere kalması, son haftanın çok gergin geçeceğini ilan ediyordu. Fakat kimse bu kadarını tahmin edemezdi mutlaka. Akın vardı İstanbul'a 35 otobüsle, Bakırköy'ün zaptı yolculuk süresi kadardı sadece. Düşme-kalma maçı için Bakırköy'de 5000 Demirsporlu oluvermişti ama astronomik bilet fiyatı nedeniyle hiç kimse stada giremiyordu. Para toplansa belki bir grup içeri girebilirdi fakat ya hep beraber ya hiç birimiz demekti doğru olan. Açıkçası "buraya kadar geldiniz fakat biz sizi stadımızda istemiyoruz" deniyordu dolaylı yollardan. Sonuçsuz kalan tüm girişimler forma peşinden kilometrelerce yol gelmiş bu insanların önündeki seti kaldıramıyordu. Tahammülsüzlüğün had safhaya ulaştığı dakikalarda maçın başlamış olması ve Demirspor'un da yediği gol, tüm kayışların kopuşunu beraberinde getirdi. Demirspor arka arkaya goller yiyor, stat çevresindeki binlerce seveni çaresizliğin verdiği gerginlikle emniyetin halden anlamaz tutumuna karşı mücadele veriyordu. 1,2,3 derken 4. golde hem Bakırköy'ün gol arayışları kesildi, hem de Demirspor'a gönül verenlerin umutlu bekleyişleri. Bir tarihin eşiğine geldiği o nokta ne mantığın ne göz yaşlarının kabulleneceği türden değildi fakat gün ne olursa olsun dik durulacak gündü.

O günleri geride bırakmış olsak da koşullar üç aşağı beş yukarı aynı seyirde devam ediyor. Lig A'ya çıkmak için kıyasıya bir rekabet yaşadığımız şu günlerde, Demirspor hem camiasının büyüklüğü ile, hem de tribünlerinin taşıdığı potansiyel ile grubundaki takımlar arasında üst ligleri en çok hak eden ekip kuşkusuz. Gün daha da dik olunacak gün dolayısıyla. Bir maçlık seyirci sayısı, neredeyse rakiplerinin bir sezon boyunca stada çekebildiği kadar iken, son haftalara doğru hala kendini rakiplerinden sıyıramamış olması, itici güce duyulan ihtiyacı daha da arttırıyor. İtici gücünü de her daim yanında buluyor Mavi Şimşekler. Ve o itici güç haykırıyor omuz omuza;

"Güzel günler gömezsem, gözüm açık giderim
Allah'ını seversen söz ver bize Şimşeğim!
Bedelsiz bir duygudur, fiyakalı duruştur,
Demirsporlu olmak; şeref, onur, gururdur!"


anavarza1940